Kadın Dayanışma Vakfı olarak düzenlediğimiz “Pandemi Sürerken Patriyarkayla Mücadelemiz: Dünyadan Feminist Mücadele Deneyimleri” panelini Hindistan, Tanzanya, Arjantin ve Güney Afrika’dan konuşmacıların katılımıyla online olarak gerçekleştirdik.
6 Haziran günü yaptığımız panelde, Yeni Delhi’de yaşayan tiyatro ve performans sanatçısı feminist Mallika Taneja ve feminist akademisyen Mahima Taneja “Hindistanlı Kadınlar, Geceleri de Sokakları da Terketmiyor”; Manzese Kadın Kooperatifi’nden Christina Mfanga “Tanzanyalı Kadınların, finans kuruluşlarının sömürüsüne karşı örgütlenme deneyimleri”; Ni Una Menos feminist kolektifinden Cecilia Palmeiro “Arjantinli Kadınların Kürtaj Hakkı Mücadelesi”; Abahlali baseMjondolo hareketinden Zandile Nsibande ise “Güney Afrikalı Kadınların Gecekondulardan Taşan Toprak ve Barınma Mücadelesi” başlıklı sunumlarını yaptı. Sunumların ardından yapılan tartışmaya katılan çok sayıda izleyici dünyanın dört bir yanından benzer kadınlık durumlarına ve mücadele biçimlerine dikkat çekti.
Mallika Taneja (Hindistan): “Yürüyerek, sınırları aşmaya, ayrıcalıklıların dünyasına girmeye, o ayrıcalıkları kırmaya başladık”
Panelin ilk konuşmacısı Mallika, kurucusu olduğu ve Yeni Delhi’de ayda bir gece buluşup gece yarısı yürüyerek sokakta var olma eylemi yapan Women Walk at Midnight (Kadınlar Geceyarısı Yürüyor) grubunun oluşma sürecini ve kadınlar üzerindeki özgürleştirici etkisini anlattı.
2012 yılının Eylül ayında tüm Hindistan’ı sarsan bir tecavüz vakasının ardından aylarca süren protestolarla birlikte, kadınlar olarak gece sokakta olmanın politik yönünü anladığını söyleyen Mallika: “Gece yarısı sokağa çıkmak bir kadın için güvenli değil dendi yıllarca, bunu içselleştirdik. Tecavüz edilerek öldürülen kadın arkadaşımızın öldürüldüğü tarihte, onun bindiği otobüsün rotasını takip ederek yürüyüş yaptık. O gece yürüyen kadınlar olarak bir şeylerin izini sürdük; bu bir dayanışma ve yas tutma yürüyüşüydü” şeklinde konuştu.
16 Aralık 2019’da 150’den fazla katılımcıyla birlikte en kalabalık yürüyüşünü gerçekleştiren grubun yürüyüşleri pandemiyle birlikte bir süre kesintiye uğrasa da şu an devam ettiğini aktaran Mallika “Her ay bir mahallede yürümeye, sınırları aşmaya, ayrıcalıklıların dünyasına hem girmeye, hem de o ayrıcalıkları kırmaya başladık” dedi.
Mahima Taneja ise gece yürüyüşlerinin yapısı itibariyle her kadına açık olmayıp, ailesi ile sorun yaşamadan gece evden çıkabilen, buluşma noktasına kadar otobüs veya taksiyle gelebilen ve yürüme eylemini gerçekleştirebilen kadınların katılabildiği bir eylem biçimi olduğunu vurgularken sadece yürüyüşlerle değil, başka faaliyetlerle de kamusal alanı kadınlara açmayı önemsediklerini dile getirdi. Mahima, düzenledikleri gece yürüyüşlerini kalabalık dahi olsa az kişi tarafından görüldüğü için bir şey değiştiremeyeceğini söyleyerek eleştirenlere ise “Biz bunu her gün yapabiliyoruz, çok az insan gece yarısı sokağa çıkan bir grup kadına tanık olsa bile, biz kentin gündelik yaşantısını değiştiriyoruz” diyerek karşılık verdiklerini aktardı.
Christina Mfanga (Tanzanya): “Yüksek faizli kredilerin yükü altında ezilen kadınlar bankaların ve finans kuruluşlarının modern kölesi haline geliyor”
Panele Tanzanya’nın Darüsselam şehrinden katılan Christina, kendilerini sömürerek iflasa sürükleyen, ellerinden birikimlerini ve evlerini alan finans kuruluşlarına ve bankalara karşı bağımsız örgütlenmelerini kuran Tanzanyalı kadınların deneyimlerini paylaştı. Kadınların mücadele ettiği yoksulluğun nedenlerini “Neoliberal politikalar ve programlar bağlamında gelen yatırımlar sonucunda toprak gaspına uğrayan çok fazla kadın olduğunu gördük. Evsiz kadınlar toprak gaspı nedeniyle evlerinden zorla atılmış ve tarım yaptıkları arazilerinden olmuşlardı. Başka yerlerde iş bulmak zorunda kalan bu kadınlara gasp edilen toprakları karşılığı verilen tazminat çok orantısızdı” sözleriyle açıkladı.
Finansal sistemlerin yarattığı sömürüye küçük gruplar halinde örgütlenen kadınlar tarafından karşı gelindiğini anlatan Christina “Aynı mahallede bazı kadınlar bir araya geliyor. Bu küçük örgütlenmeler haftada bir gün toplantılar yapıyor ve her şeye demokratik olarak tartışarak karar veriyorlar. Kazandıklarını bazen bölüşüyorlar. Sosyal etkinlikler yapıyorlar. Sosyal fonlar denilen fonları alarak çocuklarına bakıyorlar. Biriktirdiklerini kendi aralarında tekrar dağıtıyor, aynı mahallede zor koşullarda yaşayan çocuklara da bir şeyler alıyorlar” dedi.
Sermaye sahibi olmayan kadınların başvurmak zorunda kaldıkları yüksek faizli krediler nedeniyle çok zor durumda kaldıklarını anlatan Christina aynı zamanda bu hanelerde çoğunlukla erkeklerin ya evi terkettikleri için olmadıklarını, ya da çalışmadıkları için bir katkılarının olmadığını söylerken çalışmak zorunda olanların ve bu şartlarda örgütlenmeye karar verenlerin de yine kadınlar olduğunu paylaştı. Kadınların öz örgütlenmelerini bir araya getirmek için adım atarak kooperatifler kurduklarını ve böylece kendilerini etkileyen daha geniş sorunları tartışabilecekleri bir platform oluştuğunu aktaran Christina, sözlerine “Sosyalist feministler olarak bu türden öz örgütlenmelerden ve taban hareketlerinden öğrendiğimiz bir şey var. Bu kadınlar bu inisiyatifler sayesinde, sömürü düzenine karşı aşağıdan yukarı doğru bir alternatif sunuyorlar. Bir yandan sisteme girmeye çalışırken bir yandan da sistemi zorluyorlar. Umarım bu en nihayetinde bir devrime götürür bizi” diyerek son verdi.
Cecilia Palmeiro (Arjantin): “Biz buradayız, biz haklıyız, biz özgürlüğü ve özerkliği temsil ediyoruz”
Paneldeki bir diğer konuşmacı, Arjantin’de kadın cinayetlerine karşı örgütlenen ve feminist kadın grevini de örgütleyen “Ni Una Menos” (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) feminist kolektifinden Cecilia Palmeiro idi. Cecilia, Arjantin’de 1921 yılından beri yasak olan kürtajın kadınların mücadelesi ile kazanımla sonuçlanan yasalaşma sürecinden bahsetti. Bilindiği gibi, kürtaj yasası 2020 yılı sonunda onaylanarak Arjantin parlamentosundan geçti. Bu mücadeleyi anlatırken tüm kürtaj karşıtı söylemlere ve kampanyalara rağmen, gittikçe yükselen ve sokaklara dökülen yüz binlerce kadınla görünürleşen feminist kadın hareketinin baskısının Arjantin’de kürtajın yasalaşmasını mümkün kıldığını vurgulayan Cecilia, özellikle 2015‘te ülkede başlayan feminist dalganın etkisine değindi: “Ülkede son 6 yıl, bizim özel bir feminist dalga olarak nitelendirdiğimiz bir dönem. Güney Amerika’da başladı ve dünyanın farklı yerlerine ulaştı. Arjantin’de 2015’te ulusal ve uluslararası medyadaki kadın düşmanı kampanyaları hedef almaya başladık. Hem kadınlara hem de kadınsı bedenlere karşı bir saldırı vardı. Feminist kazanımların geri alınmaya başladığı bir süreçti. Mikro faşizmlerin ortaya çıktığını gördük. 2015’te 100.000 kişiyle kitlesel olarak sokaklara çıktık, bu aynı zamanda ülkede kolektif kadın hareketinin de doğuşu oldu, ulus ötesi bir harekete dönüştü, bütün kıtaya ve dünyaya sirayet etti.”
Cecilia, kürtajın yasalaşması mücadelesini ören süreçte, 2016’da örgütlenen ve kapitalist üretim biçimlerine müdahale etmeyi de hedefleyen kadın grevinin öneminden bahsetti: “Hayatlarımız önemli değilse gidin bizsiz üreyin ve üretin dedik, kadın grevleri ve feminist grevleri başlattık. 2017 8 Mart’ına geldiğimizde ilk uluslararası kadın grevinin çağrısını yaptık, bu küresel feminist hareketin dönüşümünde önemli kilometre taşlarından biriydi. Feminizm aynı zamanda marjinalleşmiş topluluklarda, gecekondularda, kent çeperlerinde kendini göstermeye başladı, sadece orta sınıfla sınırlı kalmadı.”
2018 yılına gelindiğinde ülkedeki feminist hareketin ana gündeminin kürtaj konusuna yoğunlaştığını dile getiren Cecilia, güçlenen hareketin ülkede makroekonomik düzlemden dönüşüm yaratmaya başladığını ekledi: “Kürtaj yasasının çıkabilmesi için hazırlıklar yıllar öncesine dayanıyor ancak sokak hareketine dönüşmesi 2018 yılına denk düştü. Boynumuza taktığımız yeşil fularlar o yıldan itibaren simgemiz oldu, o kadar çok uluslararası destek gördük ki tüm Latin Amerika ülkelerinde bu yeşil fular takılmaya başlandı. Kamuoyu da yasal kürtajı desteklemeye başladı. Kürtaj karşıtları da sessiz kalmadı, kürtaj karşıtı bir siyasi parti bile kuruldu, kendilerine mavi fularlılar ismini verdiler. Ama sonuç itibariyle biz kadınlar buradayız biz haklıyız, biz özgürlüğü ve özerkliği temsil ediyoruz. O parti ise ölümü temsil ediyor.”
Zandile Nsibande (Güney Afrika): “Biz mücadele etmezsek bizim için kim mücadele edecek”
Panelin son konuşmacısı, Güney Afrika’da gecekondularda yaşayanların bir araya geldiği, yüz binden fazla üyesi olan Abahlali baseMjondolo hareketinin üyesi Zandile Nsibande, kadınların toprak ve barınma hakkı mücadelesi deneyimlerini paylaştı. Zandile, kadınların, bir yandan ev tahliyeleri ve yıkımlara karşı direndiği, bir yandan komünler, bahçeler ve altyapı inşa ettiği, bir yandan da cinsiyetçilikle ve şiddetle mücadele ettiği bölgede, yoksulluğun kadınları daha derinden etkilediğini söylerken, kadınların bölgedeki topraksızlaştırma ve mülksüzleştirmeye karşı mücadele deneyimlerinin özgün yapısını ortaya koydu.
2005 yılında kurulan hareket, gecekondularda yaşayan kadınların yaşadıkları sorunları konuşabilecekleri mekanlar yaratarak, birlikte bir mücadele hattı ördü. Kadınların finansal olarak bağımlı olmalarının mücadele etmeleri önünde bir engel teşkil ettiğini söyleyen Zandile yaptıklarını şöyle özetledi: “Kadınlar ekonomik özgürlüğe sahip değildi ve işsiz oldukları için istismara dayalı bir ilişkiye de tahammül etmek zorunda kalıyorlardı. Bu yüzden kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanmalarına yönelik teşviklerde bulunduk, onlara danışmanlık yaptık. Kendi paralarını kazanmaya başlayan kadınlar istismar ilişkisi içinde kalmak zorunda hissetmediler ve bir çıkış yolu yaratma güçleri oldu.”
Kadınların ataerkil düzene karşı çıkmak istediklerini dile getiren Zandile, Güney Afrika’da ağırlıklı olarak kırsalda yaşayan insanların buradaki feodal düzenle ve kabile reisleri ile başetmeleri yönünde de mücadelelerine destek olduklarını, Abahlali kadınları olarak kadınları sömüren tüm kültürel ve eşitsiz uygulamalara karşı çıktıklarını ve kadınların HIV gibi bulaşıcı hastalıklara karşı korunmalarını da amaçladıklarını ekledi.
Zandile, kadınların sorunlarından birinin de genç yaşta hamilelik olduğunu dile getirdi. Her ay bir araya geldikleri kadın toplantılarında kadınları hakları konusunda eğittiklerini, kadınların yaşadıkları şiddete karşı birlikte mücadele ettiklerini söyledi: “Toplumsal cinsiyet temelli şiddeti çözmek kolay değil. Bugün bile halen bu konuda çalışmak zorundayız. Bir telefon hattı kurduk. Sorunları nasıl çözüyoruz derseniz, birtakım merkezlerimiz var buralara yönlendiriyoruz. Merkezlerimizde psiko-sosyal destek vermeye çalışıyoruz, kadınlar aynı zamanda doktor muayenesine ulaşabiliyorlar. Polise gitmelerinin de anlamlı olmadığını biliyoruz o yüzden oraya yönlendirmiyoruz.”
Abahlali kadınlarının barınma hakkı protestoları sırasında ön cephelerde olduğunu vurgulayan Zandile, şöyle devam etti: “Çoğu zaman temel hizmetler için protesto eylemleri yapıyoruz çünkü temel hizmetlere ulaşamıyoruz. Sokaklarda lamba yok, su yok. Diyoruz ki biz kimsenin arazisini işgal etmiyoruz. Kimsenin olmayan arazilerde yerleşim yerlerimizi inşa ediyoruz. Ve buralardan bizi çıkarmaya çalıştıklarında da buna karşı çıkıyoruz. Biliyoruz ki, erkekler çok eşli olabiliyorlar. Erkek, bir kadının evi yıkılırsa evi olan diğer kadına gidebiliyor. Kadınlar ise barınma konusunda, toprak meselesinde ve insanlık onuru açısından hep direnmek zorunda. Biz mücadele etmezsek bizim için kim mücadele edecek. Sorunlarımız benzer, hepimiz kadınlar olarak aynı şeyden dert yanıyoruz. O da ataerkillik ve bununla nasıl mücadele edeceğimiz, bu küresel bir sorun olduğu için birlikte konuşmamız gerekiyor.”